Τα αγαπημένα του/της Guillermo
Φιλτράρισμα κατά:
Διατάξει:
II. Dünya Savaşı sırasında bir Japon esir kampında geçen film, Japon subaylarla İngiliz esirler arasında yaşanan gerilim dolu günleri anlatıyor. Savaş karşıtı olduğu kadar insan ve toplum psikolojisinin derinlerine inen filmin kadrosunda David Bowie ve Takeshi Kitano gibi iki efsane yer alıyor.
Dünya prömiyerini yaptığı Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye'nin sahibi olan bu "Hitchcockvari mahkeme filmi" bir evliliğin dinamiklerini mercek altına yatıran bir psikolojik gerilim. "Birinin özel hayatı başkasının cehennemidir" fikrinden yola çıkan Bir Düşüşün Anatomisi, Fransız Alpleri'nde bir kulübede kocası Samuel ve görme engelli oğluyla izole bir yaşam süren Alman yazar Sandra'yı izliyor. Samuel yüksekten düşerek ölür fakat soruşturma sonucunda ölüm nedeninin intihar mı kaza mı olduğu kesinleşmeyince Sandra cinayet suçlamasıyla tutuklanır. Samuel'in ölümünün sorgulandığı mahkeme süreci, çiftin çalkantılı ilişkilerinin de derinine inen rahatsız edici ve tatsız bir psikolojik yolculuğa dönüşür.
Evli bir çift olan Jean ve Bill, aldıkları telgrafla Sloughborough kasabasındaki bir sinema salonunun Bill'e amcasından miras kaldığını öğrenirler. Salonu satıp zengin olacaklarını umut eden çift, hiç vakit kaybetmeden kasabaya giderler ancak oraya vardıklarında hiç beklemedikleri bir durumla karşılaşırlar.
Küresel istikrarı sabotaj etmeye başlayan Smersh, 11'den fazla ajanın kaybolması ve sorunların daha kötüye gitmesi yanında en iyi ajanları 007 emekliliğine doğru ciddi bir şekilde güç kaybetmektedir. KGB'nin ve CIA'nın başındakilerle birlikte olan M'in sadece bir tek umudu vardır. Bay James Bond'u emeklilikten geri getirip işe el koymasını sağlamak. Ordu patlayıcıları ile donanımlı bayan ajanlar, Baccarat oynamayı bilen bir sihirbaz ve sinirli megalomanı karşısında bulan Bond'un zekice bir planı harekete sokması gerekmektedir. Baccarat ustası Evelyn Tremble komplonun kalbine gönderilmek için seçilir. Ancak ilk önce James Bond'un yetiştirme okuluna katılmak zorundadır. Müthiş karışıklık içerisinde sürprizlerle dolu macera başlar.
Lt. John Dunbar, İç Savaş boyunca Birlik ordularını tesadüfen zafere götüren bir kahramandır. Doğu sınırında bir görev ister ancak oranın terk edilmiş olduğunu görür. Orada yalnız olmadığını hemen fark eder, "Two Socks" adını verdiği bir kurt ve meraklı bir yerli kabilesi ile karşılaşır. Dunbar, kabiledekilerle hemen arkadaş olur ve yerliler tarafından yetiştirilen beyaz bir kadını keşfeder. Yavaş yavaş bu yerli insanların saygısını kazanır ve beyazlara özgü eski alışkanlıklarını bırakır.
Film, 1980'lerde Arjantin'deki adam kaçırma ve cinayetlerle yaşanan Clan Puccio olayına odaklanıyor. Puccio Clan’ın gerçek hikâyesine dayanan filmde, San Isidro, geleneksel komşu ilişkileri içerisindeki tipik bir aile evinde kötü bir grup çocuk kaçırma ve cinayet ile iç içedir. Alejandro’nun en büyük oğlu CASI’de ünlü bir ragbi oyuncusudur. Alejandro’nun suçlu olduğuna yönündeki şüphelere oğlunun popülaritesi kalkan olur. Film Arjantin’in askeri diktatörlükten yeniden demokrasiye geçişi gözler önüne serer.
1950'lerde büyük bir yapım şirketi olan Capitol Pictures’ın en büyük projelerinden biri olan Yüce Sezar filminin başrol oyuncusu Baird Whitlock kaçırılınca onu bulup geri getirmek için stüdyonun “iş bitiricisi” Eddie Mannix harekete geçer.
Altı atın gözlerini metal bir cisimle oyan 17 yaşındaki bir genç seyisin, vakasını incelemek için Psikiyatr Martin Dysart ortaya atılır. Nevrotik bir vaka olduğuna dair hiç şüphe edilmeyen genç seyis Alan Strang'ın öyküsü derinleştikçe, insanlığın sorunları da derinleşir. Masaya yatırılan aslında Alan ile insanlıktır. İnsanlık Alan üzerinden sorgulanır. Normal olan, olağan olan, hatta olması gereken nedir? Nedir bizim istediğimiz? Bizim gibi olmayanlara etiket vurup, ötekileştirmek ne kadar etik ya da gerçekçi? Tüm bu arayış için de Allen de kendiyle yüzleşir ve isyan eder, hatta tanrıya bile. Kim bilir onun tanrıları atlardır. İsyanı ve öfkesi de bunadır.
Hafızası ile ilgili sorunlar yaşayan yaşlı Zev’in acıklı hikayesini anlatan film bir dramı temel alıyor. Zev, 70 yıl önce Amerika’da sahte bir kimlikle yaşayan Nazi bekçisinin, ailesini katlettiğini keşfediyor. Tüm zorluklara rağmen Zev, bakım evindeki yaşlı arkadaşı Max’in de yardımıyla çok gecikmiş olan adaletin sağlanmasını görev ediniyor. Bu olayları ise şaşırtıcı tesadüflerle dolu kıtalararası bir yolculuk takip ediyor. Zira Zev bu süreçte en büyük düşmanının kendi hasarlı hafızası olduğunu öğreniyor.
Bugüne kadar soykırım üzerine çekilmiş filmlerden bambaşka bir yaklaşım izlemesiyle dikkat çeken filmde, Naziler tarafından toplama kampında iş yapmaya zorlanan “Sonderkommando”lardan Yahudi esir Saul’un hayatının iki gününe odaklanılıyor. Saul, bir gün cesetlerin yakıldığı imha fırınında oğlu olduğunu düşündüğü bir çocuğun cesedini görür. Saul, oğlunun cesedini yakılmaktan kurtarıp usulünce toprağa vermeyi takıntı haline getirecektir.
A con artist escapes a deal gone wrong in New York and winds up in the Aussie outback in a strange town whose inhabitants are an oddball collection of misfits.
Yaramaz Harry, günümüz New York kentinin sofistike sokaklarında, yaratıcılığın kol gezdiği ofislerde, 2 sıkıntıların hakim olduğu cafelerde ve kalabalığın ardında saklanan yalnızlığın ortasında hayat buluyor. Harry'nin hayatı, sinir krizinin eşiğinde, gülerken düşündüren maceralarla dopdolu ve sıradanlığın oldukça ötesinde bir seyir kazanıyor..., Neden mi? Harry Block, arkadaşları hakkında satış rekorları kıran bir kitap yazıyor... Özel hayatlarının en özel noktaları herkesin önüne sunulan bu zavallı kurbanlar ise Harry'nin en büyük düşmanları olma yolundalar.
Giderek yaşlanan iki kardeş film aktrisi Hollywood’ta aynı evde beraber yaşamaktadırlar. Jane Hudson, şöhreti çocuk yaşta kazanmış bir film yıldızıdır. Kardeşi Blanche ise şöhretini kardeşine kaptırmış “kaybeden” eski bir yıldızdır.Jane sakat kardeşi Blanche’a bakmak zorunda kalmıştır. Baş başa kalan iki kız kardeş tüm nefretlerini, sakladıkları gerçekleri ortaya dökmeye ve birbirlerinden geçmişin hesabını sormaya başlayacaklardır.
Film, cinsiyet değiştirme ameliyatı olacağını açıklayan, hem baba hem de bir koca olan bir adamın verdiği kararın yansımalarını gözler önüne seriyor...
Lou, eskiden büyük işler yapmış ama şimdinin unutulmuş gangsterlerindendir. Kurpiyer olmayı öğrenen Sally ile tanışınca genç kıza aşık olur. Lou, kıza yardım etmek amacıyla Sally’nin kocasının mafyadan çalmış olduğu uyuşturucuyu satmayı kabul eder. Ama Lou parayı veremeden kocası mafya tarafından öldürülür. Bundan sonra Sally de mafyanın açık bir hedefidir. Onu kurtarmak ise Lou’ya kalır. Lou aşkı sayesinde artık eski günlerine geri dönmüştür. Zengin bir adam, bir kahraman ve bir aşıktır artık.
Allie Fox (Ford) Amerika'da yaşayan bir bilim insanıdır. Ancak yaşadığı ülkenin değerlerini gitgide kaybetmesi ve onun çalışmalarına hiç destek verilmemesi sonucu, ülkesine karşı bir tepki duyar ve tüm ailesini alarak Honduras'taki Sivrisinek Sahili'ne gider. Ancak oraya alışma süreci zor olur. Zaman zaman Fox, ülkedeki misyonerlerle de tartışır. Ülke içinde sorunlar artınca ailesi Amerika'ya geri dönmek ister ancak Fox ise başka bir yerde yeni bir hayata başlamayı savunur.
Genç bir çift, Rosemary ve tanınmak için çırpınıp duran bir aktör olan kocası Guy, New York'taki kötü şöhretli eski bir binaya taşınırlar.Rosemary yeni yaşantısından tedirgindir. Komşu evlerden tuhaf seslerin geldiği bir ortamda, bir gece rüyasında şeytansı bir varlık tarafından tecavüze uğradığı görür. Ardından hamile kalır. Bu arada Broadway'de güzel bir rol kapan Guy'un kariyeri yükselmeye başlar.
Kıyamet sonrası olarak adlandırabileceğimiz bir zamanda ve belirsiz bir mekanda geçen "Şarküteri", bizlere açlıktan birbirlerini yiyen insanları anlatıyor. Bir şarküteride çalışmaya başlayan Louison, kendisini işe alanların asıl amacını bilmiyor, fakat zaman ilerledikçe karşılaştığı 'cinayetler'le gözleri açılıyor. Daha önce bir sirkte, maymunuyla birlikte gösteri yapan Louison'un 'karanlık' geçmişi, gördüğü kabuslarla bizlere ulaşıyor. Louison, bu arada işvereni 'Kasap'ın kızı Julie'ye aşık oluyor.
İğrenç bir insan olan korkunç haydut Albert, adamları ve karısı Georgina ile birlikte her akşam aynı lokantada kurdurduğu açgözlü sofrada yemek yemektedir. Albert'in saçtığı dehşet, Fransız aşçı Richard'ın, yemek aralarında Georgina'nın aşığı Michael ile mutfak köşelerinde yatıp kalkmasına göz yummasına sebep olmaktadır. Kan, seks, yamyamlık ve dünyevi iştahın görsel bir şölene dönüştüğü hem eğlenceli hem de korkunç film, her türlü uyarıcı etkiye rağmen, sıradışı İngiliz auteur Peter Greenaway'in geniş kitlelerce yenilip yutulabilmiş belki de tek eseri.
A marriage crisis between a writer and his wife leads her to flee to Germany and eventually return with another man, through whom the writer is going to overcome his writer's block.
Dedektif Frank Bullitt'in yeni görevi oldukça basit görünmektedir. Haftasonu süresince önemli bir davanın tanığı olan bir yıldızı korumak. Ama daha gece bitmeden tanık vücudundaki tabanca mermileriyle yere yıkılmış ve ölü yatmaktadır; aklı başında ve seri polis Bullitt ise onu vuranlar ve yöneticilerini yere serene kadar dinlenmeyecektir.
Alex (Malcolm McDowell), huzur dolu fütürist evinde tüm gün uyuyan ve de geceleri arkadaşları ile masum insanlara sokaklarda ve evlerinde saldıran acımasız genç bir hayduttur. Sonunda polis tarafından yakalanınca Alex rehabilitasyona gönderilir. Bu istek azaltma formunda olan rehabilitasyonda yaptıklarının kat ve kat fazlası şiddet içeren ve insanı dehşete düşüren bir zaman geçirir.
1968 yılında erkek öğrencilerin doldurduğu bir yatılı okuldayız. Eğitmenlerin katı kurallarıyla okulda yaşam oldukça disiplinli bir şekilde kurulmuştur. Mick ve arkadaşları bu baskıcı düzenin dışına çıktıkları, gizli bir kaçamak oadası yapmışlar ve burada özgürce davranmaktadırlar.
Özgürlük alanlarını okulun geneline yaymaya kalktıklarında, okulun baskıcı otoritesiyle yüzleşmek zorunda kalırlar. Fakat ezilen öğrencilerin, hem eğitmenleri hem de okulu ziyarete gelen önemli konukları yakından ilgilendiren bir intikam planları vardır...
Prof. Higgins, yağmurlu bir gecede, Londra Covent Garden'daki operadan çıkan kalabalığın arasında çiçek satan, ağzı bozuk Eliza Doolittle'a rastlar. Hırçın ve kaba davranışlarıyla etrafa sataşmaktan kendini alamayan muzip genç kız, sadece argo değil, üstelik berbat bir aksanla da konuşmaktadır. Higgins, kendisi gibi bir dil bilimci olan dostu Albay Pickering ile bir bahse girer: Eliza üstüne para alarak profesörün evinde kalacak ve diksiyon kursları alacaktır. Higgins, genç kızı tamamen yola getireceğine ve Eliza'nın bir süre sonra gerçek bir hanımefendiden ayırt edilemeyeceğini iddia etmektedir. Bernard Shaw'ın 1912 tarihli oyunu Pygmalion'dan uyarlanan ve Broadway'de 1956-62 yılları arasında büyük sükse yapan My Fair Lady'nin başarısı, sahne müzikalini uyarlayan Alan Jay Lerner'in film yönetmeni George Cukor'la işbirliğini doğurdu. Eliza rolünün kariyerinin zirvesindeki Audrey Hepburn'e verilmesiyle de sinema tarihinin zafer anlarından biri tescillenmiş oldu.
Gerçek bir hikayeye dayanan bu film Doğu Timor 1975 de yaşamını sürdüren küçük bir ulustur.. 400 yıllık portekiz boyundurluğunun ardından bağımsızlıgını ilan eder.. Ama bağımsızlığını ilan eder ettikten 9 gün sonra endonezya Doğu Timoru işgal eder.. Bu işgal sürecinde Doğu timora gelen 5 avustralyaylı gazeteci endonezya askerleri tarafından hunharca katledilir ve infaz edilirler.. Kayıp olarak nitelendirilen bu gazetecileri aramak için avustralyadan roger adında başka bir gazetici görevlendirilir.. Roger ölümle yaşam arasındaki bu ülkede insanlık dışı olyalrı ve bir ülkenin yokedilişine tanık oluyor.
The amorous adventures of Andrea Rossi-Colombotti, an army officer who finds pleasure with beautiful women in life-threatening situations.
Paris'in varlıklı isimlerinden Benjamin Ballon'un hizmetçisi Maria Gambrelli, aşığının cesedi başında elinde bir silahla yakalanınca, esrarı çözmek üzere Pembe Panter vakâsıyla meşhur müfettiş Jacques Clouseau, yanlışlıkla da olsa göreve getirilir. Her türlü delil tersine işaret ettiği halde Clouseau genç ve güzel Maria'nın büyüsüne kapılmış bir halde gerçekleri görmek istemez. Bunlar olurken Baş Müfettiş Dreyfus, neden bir türlü kendisi dışında kimsenin Clouseau'nun tam bir baş belası ve beceriksizin teki olduğunu farkedemediğini düşünüp kendi kendini yemektedir. Maria bir kez daha bir cinayet mahallinde, Ballon'un bahçıvan'ının cesedinin başında yakalandığında da; evin bir diğer hizmetçisi Dudu'nun cesedi bulunduğunda da tüm gözler genç kadına dönecek, gelin görün ki Clouseau ısrarla burnunun dikine gidecektir.
Boston, 1920. Italian immigrants Nicola Sacco and Bartolomeo Vanzetti are charged and unfairly tried for murder on the basis of their anarchist political beliefs.
Jerry Lundegaard borçları olan bir sahtekârdır. İhtiyaç duyduğu meblağda parayı acilen edinmeli ve borçlarını temizlemelidir. Karısının babası oldukça zengin bir adamdır; ancak gamsız bir sahtekar olan Jerry’ye yardım etmesi imkansız gibi görünmektedir. Jerry’nin aklına şeytani bir fikir gelir. Jerry, karısını kaçırmak ve kayınpederinden fidye istemek üzere iki adam kiralar. Lakin hiçbir şey planlandığı gibi ilerlemeyecektir. Sinemalarının ilk döneminden bu yana çizgilerini hiç bozmadan ilerleyen Coen Kardeşler’e büyük bir şöhret kazandıran Fargo, orijinal senaryo ve en iyi kadın oyuncu dallarında Oscar kazanmıştı.
Karısı tarafından terk edilen eleştirmen Allan'ı, bu travmatik durumdan arkadaşları kurtarmaya çalışır. Allan arkadaşlarının tanıştırdığı yeni kızlarla flört ederken, bir yandan da alt benliği olan Humphrey Bogart'ın tavsiyelerine uymaktadır. Allen'ın aynı adlı tiyatro oyunundan uyarlanan film, her bir dakikasında ayrı bir lezzet taşıyan, dolu dolu bir komedi.
Eksantrik milyoner Lionel Twain düyanın en iyi beş dedektifini maiyetleriyle birlikte bir akşam yemeği için şehir dışındaki kasvetli malikanesine davet eder. Bunlar Catalina'dan Sidney Wang, Belçika'dan Milo Perrier, San Francisco'dan Sam Diamond, New York'tan karı koca dedektifler Dick ve Dora Charleston ve İngiltere'den Jessica Marbles 'dır. Eve ayak bastıkları ilk dakikalardan itibaren dedektifler ve yanlarındaki yardımcılarının başlarına tuhaf kazalar gelmeye başlar. Nihayet yemekte ev sahibiyle tanışırlar. Ev sahibi Twain hemen konuya girer ve onları henüz gerçekleşmemiş bir cinayeti çözmek üzere biraraya getirmiş olduğunu, amacının ise suçbiliminde hepsinden daha iyi olduğunu kanıtlamak olduğunu söyler. Twain ayrıca konuklarına tam gece yarısı aralarından birinin öleceğini, gecenin sonuna kadar hayatta kalmayı başaran kişiye de 1 milyon dolar ödül vereceğini söyleyerek ortadan kaybolur.
Dean Corso, zengin koleksiyoncular için eski ve çok değerli kitapları araştıran ve bulan bir araştırmacıdır. Yaptığı görev kültürel birikim, hüner ve çelik gibi sinirler gerektirmektedir. Corso, ünlü bir kitapsever olan Boris Balkan için Satanik ayinleri anlatan bir seri kitabın sonuncusunun peşine düşer. Rivayete göre bu kitap Karanlıklar Krallığının dokuz kapısını açacak bir el yazmasıdır. Geri kalan iki kopyası Avrupa’dadır. NewYork’tan Toledo’ya, Portekiz’den Paris’e giden yollarda Corso labirent gibi tuzaklarla, vahşi ve gizemli ölümlerle karşılaşır. Kendisini koruyan güçler yardımı ile kendisinden çok daha güçlü bir varlığa karşı adım adım yaklaşmaktadır. Zamanla asıl görevinin bir kitabı bulmaktan çok daha farklı olduğunu anlar.
Norman Maine,artık yıldızı sönmek üzere olan bir film yıldızıdır.Genelde sarhoş gezen aktör,yine davetli olduğu bir programda,sahnede şovunu sergileyerek,şarkı söyleyen Esther Blodgett`i çok beğenir.Şovdan sonra şarkıcının arkadaşlarıyla kendi aralarında eğlenip,stres atmak için gittikleri kafede Esther`i çok beğendiğini,onda geleceğin yıldızını gördüğünü,ve kendisini yıldız yapmak için yardımcı olacağını söyler.Başta bu söylenenlere inanmakta güçlük çekse de kendisi de günün birinde herkesin seveceği ünlü bir sanatçı olmayı isteyen Esther, aktöre yardımını kabul edeceğini söyler.
Hem Martin Scorsese’nin hem de Robert De Niro’nun filmografilerindeki belki de bu en çarpıcı filmde, 70’lerin Manhattan gecelerinde taksicilik yapan Vietnam gazisi Travis’le birlikte sokaklardayız.Hikaye boyunca etrafındaki hayatla ve yolunun kesişeceği "toplumun pisliğiyle" (bir çocuk fahişe, güzel bir sarışın, başkan adayı bir senatör, gözü dönmüş bir kadın satıcısı) bir türlü iletişim kuramayacak olan Travis, en nihayetinde ipleri eline alacaktır. Üstelik gündüzleri izlemeye gittiği belden aşağı filmlerdeki "vahşi" bir stilde...Sadece eşsiz senaryosu ve oyunculuklarıyla değil, sıradışı sinematografisiyle de tüm zamanların en etkili filmlerinden biri...
Harry Caul (Gene Hackman) çok gelişmiş elektronik aletler kullanarak dinleme ve izleme yapma konusunda uzman bir özel dedektiftir. Sahibi olduğu özel dedektiflik bürosuna başvuran müşterilerinin istediği kişileri izleyip seslerini banda almaktadır. Paranoid ve ketum bir kişiliğe sahip Caul'e başvuran bir iş adamı, dedektiften genç bir erkek ve kadını izlemesini ister. Caul genç çifti izlerken kaydettiği konuşmalardan etkilenir ve artık olaya sadece bir "iş" olarak bakmaz.
Film, kendi alanında kariyer sahibi diye nitelendirilebilecek bir suçlu olan Charlie Croker’ın liderliğindeki bir soyguncu çetesinin macerasını konu almaktadır. Çete, Los Angeles tarihindeki en büyük trafik sıkışlığını yaratarak yapmayı planladıkları altın soygunu için zaman kazanmak ister. Oluşturdukları kargaşadan kendi paçalarını sıyırabilmek adına kaldırımdan gidebilecek kadar küçük olan Mini Cooper’ı kullanırlar. Hedefleri, trafik açılana dek ortadan kaybolmayı başarmaktır.
The Marquis de Villemaur reunite strange visitors in his Castle, to meet a survivor of the Third Reich. There is an Italian fascist, Heinrich; a German, Matthias; a Russian; and Dromard, a blind French war hero with a black monocle.
Genç, yakışıklı ,başarılı ve zengin bir iş adamı olan Thomas Crown kimliğini saklı tutarak topladığı çete elemanları ile bir banka soygunu planlar.Pürüzsüz olarak sonuçlanan soygundan sonra kendisini hiç görmemiş olan elemanların paylarını ödeyip savan Crown parayı da bir İsviçre bankasına yatırır ve sigorta şirketinin ödeme yapmasını beklemeye başlar.Olayı soruşturan sigorta müfettişi Vicky Anderson 'a kurt dedektif Eddy Malone de yardımcı olmaktadır.
The poor, elderly—and the wily, when it comes to parting those who can afford it from their money—Scottish skipper of a broken-down old 'puffer' boat tricks an American tycoon into paying him to transport his personal cargo. When the tycoon learns of the trick, he attempts to track down the boat and remove his possessions.
Dokuz buçuk yaşındaki Antoine ceza olarak aldığı ödevi yapamaz ve ertesi gün okula gitmekten korkar. Arkadaşı René ile birlikte okulu kırıp haytalık yaparlar. Antoine, öğleden sonra sokakta annesini başka bir erkeğin kollarında görür ve alt üst olur. Okula dönünce içinde bulunduğu ruh halini etkisiyle mazeret olarak annesinin öldüğünü iddia eder. Antoine'ın anne ve babası okula geldiklerinde gerçek ortaya çıkar. Cezalandırılmaktan korkan küçük kahramanımız bu kez akşam eve gitmekten korkar. Geceyi sokakta geçirirse de ertesi gün yakalanır ve ev hayatı tekrar başlar. Annesinin ölümüyle ilgili yalanından ötürü Antoine'a hala garezi olan öğretmeni ona ve René'ye 8 gün okuldan uzaklaştırma cezası verir. İki kafadar durumu ailelerine açıklayamayacakları için evden kaçmaya karar verirler. Amaçları denize ulaşmaktır. Ancak paraları yoktur. Bunun üzerine Antoine gece babasının bürosuna gidip bir daktilo çalmak ister. Ne planlar istendiği gibi gider ne dertler biter.
1970'lerdeki Latin Amerikan tarihinin belleği niteliğindeki Sıkıyönetim, ABD'nin bu kıtadaki müdahalelerini de çarpıcı bir dille gözler önüne sererken, yakın tarihin ciddi yaralarından birini deşiyor ve bir insanlık suçunun gelecek nesiller tarafından bile unutulmayacağını dehşetle gösteriyordu. Yine olağanüstü oyunculukları ve Theodorakis'in enfes müziğiyle politik sinemanın kilometre taşlarından.Film 1970'de gerçekleşen gerçek olaylara dayanan bir hikâye anlatıyor. 1960-67 yılları arasında Uruguay'da hükümet karşıtı muhaliflerin işkence edilip mahkemeye bile çıkarılmadan hapse atılıp öldürüldükleri dönemde geçiyor. Uluslararası bir örgüt için çalışan bir adam kaçırılır. Halk, onun daima insanlığın yararına çalışan bir iyiliksever olduğuna inanmıştır. Oysa film boyunca yürütülen araştırmada, bu İtalyan asıllı Amerikalının sanılan kişi olmadığı, tersine ülkede meydana gelen birçok siyasal olaydan sorumlu olduğu anlaşılır.
Filmin yönetmenlerinin canlandırdığı Fiona ve Dom, huzurlu bir taşra kasabasında öğretmenlik yapmaktadır. Latin dansına olduğu kadar birbirlerine de âşıktırlar. Hatta birçok dans yarışmasından ödül kazanmışlardır. Bir gece yine böyle bir yarışmadan eve dönerken, intihar etmek için kendini yolun ortasına atan birine çarpmamak için direksiyonu kırıp duvara toslamalarıyla hayatları altüst olur.
1950'lerin ikinci yarısında geçen film, Cezayir'in Fransa sömürgesi altından kurtuluşunun öyküsünü anlatıyor. Fransa tarafından terör örgütü olarak kabul edilen Cezayir direniş örgütü FLN'nin dört yöneticisinin yakalanması etrafında dönen hikayede, işgal altındaki bir ulusun direnişi resmediliyor. Direnişin biçimi terörizm şeklini alırken, yönetmen Pontecorvo silahlı mücadelenin meşrutiyetini ispatlamaya girişiyor * Belgesel tarzda çekilen ve Fransa'da uzun yıllar yasaklı kalan film, ABD ve İngiltere gibi ülkelerde işkence sahneleri makaslanarak gösterime girebilmişti. Oscar tarihinde bir ilke imza atan "La Battaglia di Algeri" hem 1966'da hem de 1968'de ayrı dallarda ödüle aday gösterilmişti. * bir halkın özgürlük arzusunu ve mücadelesini içinizde hissettirecek mükemmel sahneleri bulunan başarılı ve gerçek film. özellikle son sahnesi unutulmaz.
Muriel, Avustralya'nın Porpoise Spit şehrindeki hayatını sıkıcı bulmaktadır ve gününü odasında Abba dinleyerek ve evleneceği günü hayal ederek geçirmektedir. Ancak Muriel daha önce hiç kimseyle beraber olmamıştır. Bir süre sonra biraz para çalıp tropik bir tatile gider, garip biri ile tanışır, adını Mariel olarak değiştirir ve dünyasını alt üst eder.
Suave antiques dealer Alfredo Martelli is picked up by the police with no justification. At the precinct, Martelli realizes what the investigation is all about-- that he is the main suspect in the killing of his wealthy ex-lover. Is he guilty, or is he just a sleaze?
The swinging London, early sixties. Beautiful but shallow, Diana Scott is a professional advertising model, a failed actress, a vocationally bored woman, who toys with the affections of several men while gaining fame and fortune.
Karin ve Maria, ölüm döşeğindeki kız kardeşleri Agnes'e yardımcı olmak için bir araya gelirler. Ancak merhamet dolu geçmesi planlanan bu buluşma, kardeşler arasındaki kıskançlık ve bencillikle gölgelenir. Kanserin pençesinde kıvranan Agnes, kız kardeşlerinin ufak hesaplarının ötesinde, yaşadığı hayatın bir değerlendirmesini yapar ve geçmişiyle baş başa kalmayı seçer. Efsanevi yönetmen Ingmar Bergman, bu filmde insan ruhunun ezilmeyen gücünü gözler önüne sermeyi başarıyor. Bergman'ın uzun yıllar işbirliği yaptığı Oscar ödüllü görüntü yönetmeni Sven Nykvist, güzelliği ve korkunçluğu nefes kesici resimlere dönüştürüyor.
Distopik bir evrende geçen film 3. Dünya Savaşı'nın henüz sonlandığı dünyamızda geçer. Dünyanın en büyük devleti olan Okyanusya, günümüz Londra'sının yerine kurulmuştur. Okyanusya deyim yerindeyse tam bir korku imparatorluğudur. Bu ülkede yaşayayan herkes, yönetim diktesinin buyurduğu her şeye harfi harfine uymak zorundadır. Bu evrende ne kitap okumak serbesttir ne de aşık olmak... Hükümetin haberleşme ve sansür işlerinin yürütüldüğü bakanlıkta çılan Winston Smith, diğer çalışanlar gibi görevi gereğince halkı farklı yalanlarla uyutmak ve sahte gerçeklikler yaratmak zorundadır. Ancak Okyanusya'ya ait her şeyin kocaman bir yalandan ibaret olduğunu öğrendiği an vatanseverliğini ve hayatını üzerine kurduğu bu sahte dünyayı sorgulamaya başlar.
Eddie Anderson, bir reklamcıdır. Çalıştığı şirketin vazgeçilmez elemanı olan Eddie, karısı Florence ile birlikte maddi anlamda her şeye sahiptir. İyi bir yaşamı olan Eddie, zamanla kendini bir arayış içerisinde bulur ve varlığı tartışılır genç ve güzel bir kadın olan Gwen ile yasak ilişki yaşamaya başlar. Yaratıcı bir reklamcı olan Eddie’nin saklı gerçeklik arayışları, başına gelen bir felaketten sonra ortaya çıkacaklardır.
Three generations of a family gather over a weekend. The sisters Sanne and Heidi have accepted their terminally-ill mother’s desire to die before her disease worsens; but, as the weekend progresses, their mother's decision becomes harder and harder to deal with, and old conflicts come to the surface.
Αν θέλετε ένα αντίγραφο αυτής της λίστας σε μορφή CSV, πατήστε το κουμπί "Εξαγωγή" κάτω. Θα δημιουργήσουμε το αρχείο και θα σας το στείλουμε μέσω email. Ανάλογα με το μέγεθος της λίστας σας, μπορεί να πάρει μερικά λεπτά.